Son Dans

Genç kadın, istasyondaki banka oturmuş, gözlerini ayakkabılarına çevirmişti. Koyu renkli deriden bavulu ayaklarının ucundaydı. Önünden geçen insanların gölgesi yüzüne düşüyor ancak bir kez olsun kafasını kaldırıp çevresine dahi bakınmıyordu.

Yolcuların trene binmesi için son düdük çaldığında acele etmeden ayağa kalktı. Bavulunun içinde birkaç parça eşyası olmasına rağmen katbekat ağırdı.

Bu şehre veda etmek zor olacaktı. Bundan dolayıdır ki arkasına bile bakmadan trene bindi. Hem diğer insanlar gibi vedalaşacağı kimsesi de yoktu. Yüreğindeki sızı gözyaşlarını gün yüzüne çıkarıyordu. Şapkasının tülünü gözlerine indirip başını cama yasladı.
Birkaç gün önce…

Kumral renginde olan dalgalı saçlarını özenle topuz yaptı. Üzerindeki vatkalı kırmızı elbise dönemin vazgeçilmez kıyafetlerindendi. Aynada son kez kendini inceleyip aşağıda kendisini bekleyen faytoncunun yanına indi.

Güzel bir akşam olacaktı, buna tüm kalbiyle inanıyordu. Gözlerini yeni kararan sokağa çevirdi. Her iki yanından geçen faytoncular birbirini selamlıyordu. Gazete satan küçük çocuklar akşam saati olmasına rağmen ellerinde kalan son gazeteleri insanlara satmaya çalışıyordu.

Yarım saat geçti ki araba bir mekanın önünde durdu. Burası lüks bir mekana benziyordu. Kapıdan giren insanların çoğu arkadaşıydı. Faytoncuya teşekkür edip arabadan indi.

İçeri girdiğinde hemen ilk masada tanıdık birilerini görmek ona iyi hissettirdi. Zaten gecenin heyecanı ona yetiyordu. Etrafa bakındı. Aşık olduğu adam belli ki henüz gelmemişti. Kapıya bakan sandalyeye oturup beklemeye başladı.

Gece ilerliyor, genç kadın ise hala onun gelmemiş olmasından yakınıyordu. Buradaki insanlar tek bir amaç için toplanmıştı. Üniversitede kurdukları arkadaşlık bağını, yıllar sonra bir araya gelip yad etmekti. Ancak genç kadının diğer arkadaşları umrunda değildi. O yalnızca onu görmek istiyordu.

Başını umutsuzlukla önüne çevirdi. Geleceğine dair ümidi kalmamıştı artık. Salon gramofondan çalan o güzel şarkıyla dolduğunda etraftaki insanlar dans etmek için bir bir ayağa kalkıyordu.

Bir el uzandı önüne. Gözlerini elin sahibine çevirdi. Ah bu oydu, bu sevdiği adamdı. Önce ninni gibi gelen sonrasında hüzünlü bir şarkıdan kuple olacak o sözleri söyledi:

“bu dansı bana lütfeder misiniz, küçük hanım?”

Genç kadın gülümseyerek narin elini adamın eline bıraktı. Çalan şarkı, dönemin yeni şarkılarından olsa da genç kadının gönlünde büyük yer edinmişti.

Etrafta dans eden onlarca çift olmasına rağmen genç kadın için yalnızca ikisi vardı. Aralarında bir konuşma geçmiyordu. Evet, görüşmeyeli yıllar olmuştu fakat konuşacak bir şey bulamıyorlardı.

Dansın son kısmına doğru genç kadın sıkıntıyla nefesini verdi. Büyüye kapılmıştı, az sonra olacaklardan asla kendisini sorumlu tutmayacaktı.

Belki diye geçirdi içinden, belki tam şu an söyleme vakti.

Adam ise genç kadının bu halini farketmiş olacak ki meraklı gözlerle onu izliyordu.

Önce hafifçe öksürdü. Kelimelerini özenle seçer gibi bir hali vardı.

“Ben… ben size aşığım bayım.”
Sesi oldukça kısık çıkmıştı.

Şarkı bitmiş, etraftaki çiftler yerlerine geçmişti. İkisi hala ayaktaydı. Adam gözlerini genç kadının ela gözlerine dikmiş, kadın ise ellerine bakıyordu.

Aradan bir iki dakika geçti. İkisi de hala konuşmuyordu. Genç kadın bu durumdan sıkıldı ve masaya geri döndü. Yanakları şu an elbisesinin renginden farksızdı. Adam ise kendine anca gelebilmişti, onu çağıran diğer arkadaşlarının yanına gitti.

Gecenin sonunda hatıra olsun diye fotoğraf çekimi vardı. Genç kadın kimseye görünmeden gitmek istiyordu. Bu güzel geceyi çoktan mahvetmişti. Kapının önüne geldiğinde hava soğumuştu. Kollarını kendine sarıp boş bir faytoncunun geçmesini bekledi.

Hayır, ağlamıyordu. Ta ki o, kolundan tutup konuşana dek.

“Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz küçük hanım.” Dedi önce adam.
Sonra ekledi:
“Aramızdaki yaş farkını görmez misiniz siz? Bu sevdanızın bir mümkünatı var mıdır sizce?”

Genç kadın sesini çıkaramıyordu. ancak bu sözleri de yediremedi kendisine. Adamın yeşil gözlerinin içine baktı son kez, şu an hangi cümleyi kursa yüreğindeki yangını hissettirmeyecekti, bundan emindi.

Şanslıydı ki boş bir araba durdu önüne. Arabaya binip adamı arkasında bıraktı. Artık hiçbir şeyin önemi kalmamıştı onun için.

Ertesi sabah genç kadın uyandığında aklına bir fikir geldi. Bu şehri terkedecekti. Burada kalması için bir sebebi yoktu artık. Eşyalarını toplayıp bavuluna yerleştirdi. Ayakkabılarını giyip istasyona yürümeye başladı. Böylesi onun için daha iyi olacaktı

Adam içkisinden bir yudum daha alırken sabahın çoktan olmuş olduğunu farkediyordu. Dün geceden beri yalnızca genç kadını düşlüyordu. Onu ne kadar kırdığının farkındaydı. Aklına gelen fikirle kendine geldi. Genç kadının nerede oturduğunu biliyordu. Onun yanına gitmeliydi, ondan özür dilemeliydi.

Bir buket kırmızı gülü taşırken elleri terliyordu. Taş sokaktaki sarı renkli evin önünde durduğunda derin bir nefes verdi. Zili çaldı. Önce açan olmadı, tekrar tekrar çaldı. Belki uyuduğunu düşündü.

Ancak karşı evden bir hanımefendi çıkıp adama seslendi:
“Boşuna çalma evlat. Küçük hanım gideli bir iki saat oluyor.”

Adam sesin geldiği yere doğru başını çevirdi:
“Ne zaman gelir küçük hanım?”

Kadın tebessüm ederek ekledi:
“gelmemek üzere gitti beyefendi. Küçük hanım uzaklara gitti.”

Adam önce şaşkınlığını atamadı, elindeki gül buketi düştü. Nereye gidecekti, ne yapacaktı şimdi? Güzel bir kalp kırmıştı, kendini nasıl affedecekti?

Genç kadın trenden indiğinde batmakta olan güneşin ışığıyla gözlerini bir iki kez kırptı. Yüreğindeki boşluğu hiç bilmediği bir şehirde tamamlayacaktı.
Adamın ise yüreğindeki sızı günden güne artacaktı.

1 Comments Kendi yorumunu ekle

  1. alleyesonme dedi ki:

    İlk yazıya göre baya muhteşem olmuş 🙂 Devamını bekliyoruz.

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın